islam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
islam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ağustos 2010 Çarşamba

cennet

yıllar önce, kendi halinde yaşayıp giden bir köye, bir peygamber gelmiş. ahaliyi köy meydanında toplamış ve vaazına başlamış.
- sevgili kardeşlerim, biliyorum hepiniz iyi insanlarsınız. hepiniz tanrıyı sever. ondan korkarsınız. çok şükür ki tanrı da sizi sevmektedir. işte bu yüzden sizlere beni gönderdi.
peygamberin sözleri bitmeden kalabalıkta bir uğultu yükseldi. çok şaşırmışlardı. biraz korkmuş da olsalar bunu hak ettiklerini düşünüyorlardı. peygamber sözlerine devam etti.
- tanrı bana cennetin anahtarını sizlere dağıtma görevini verdi. ve işte anahtarlar.
bu sırada peygamber çantasından bir tane anahtar çıkardı. kalabalıktan ilkinden çok daha büyük bir uğultu yükseldi. üzeri değerli taşlarla süslü altından bir anahtardı bu. eğer güçlü bir kralın kılıcı falan değilse mutlaka cennetin anahtarı olmalıydı. peygamber elinde zor zar taşıyabiliyordu.
- bu anahtarlardan her birinize bir tane vereceğim. ama bilmenizi isterim ki bu anahtarların cennetin kapısını açması bir şart değildir. hepiniz biliyorsunuz ki cennetin kapısından yalnızca hak edenler girebilir.
son sözler ahaliyi biraz huzursuz etmişse de yüzlerindeki gülümseme sürmeye devam ediyordu.
“cennet kapısı köyün girişinde sizleri beklemekte. istediğiniz zaman gidip kapıdan girebilirsiniz.” dedi ve anahtarları birer birer dağıtmaya başladı.
pek çoğu anahtarı alır almaz köyün girişine doğru koşmaya başladı. ağır ağır evinin yolunu tutanlar da vardı ama bunlar pek azdı.
………….
bir kaç saat sonra köy meydanında sinirli bir kalabalık birikmişti. yavaş yavaş sahte peygamber sesleri yükselmeye başlamıştı ahaliden. kapıyı açabilen çıkmamıştı.
köyün papazı bile kalabalığa dahildi. sahte peygamber lafını da o bulmuştu. bu öfkeleriyle peygamberi ellerine geçirseler parçalayacakları kesindi.
curcuna sürerken, uzaktan ağır ağır gelen yorgun peygamberi gördüler. kalabalıktan sinirli sesler, küfürler çıkıyordu.
“bu kapıyı artık burdan kaldırmalısın. köyde ne kadar iyi yürekli adam varsa kapıyı açmayı denedi. ama kimse açamadı. demek senin kapın bozuk. hiçbirimiz mi hak etmedik cenneti.” diye bağırdı papaz. köyün zenginlerinden bir kaç kişi de yanındaydı.
peygamber kapıyı en az bir kişinin açması gerektiğini söyledi. kimsenin cennet kapısını açamayacağı yerlere tanrı onu göndermezdi.
hepiniz kapıyı denememişsiniz. hala anahtarı kullanmayan bir kişi olmalı.
kimin denemediği tartışıla dursun. bir kişi bağırdı. köyün en hovarda, en umursamaz, pazar vaazına dahi gelmeyen adamının adını söyledi. tanrı beni cennetine almaz ben evime gidiyorum demişti. sizler cennete gidin.
köylüler arasında bir homurtu yükseldi. ne demek istiyordu bu adam. bunca inançlı adam hatta papaz bile kapıyı açamazken bir serseri nasıl olur da kapıyı açabilirdi.
hepsi birden köyün serserisinin evinin yolunu tuttular. kapıya dayandılar. ısrarla kapıyı yumruklayan köylü adamın sabrını taşırdı ve kapıyı açtı. yarı çıplaktı ve elinde şarap şişesi vardı. arkadan sarhoş birkaç kadının kahkası yükseliyordu.
köylüler tiksinerek baktılar. nasıl olur da bu adam cennetin kapısını açabilirdi. bu mümkün değildi.
sordular adama “neden hala anahtarı denemedin?”
adam güldü ve “denemediğimi nerden biliyorsunuz?” diye sordu.
yine bir homurtu başladı. ve kime kızacağını şaşırdı ahali. tanrıya mı kızacaklardı şimdi?
“ben çoktan denedim anahtarı. kapıyı da sonuna kadar açtım.”
herkes afallamış adama bakıyorlardı. nasıl olur. öyleyse neden burdasın cennette değilsin dedi köylüler.
adam yine sırıttı. “işte cennet” dedi adam. “şarap da huriler de burada. siz neden o kapının arkasında arıyorsunuz? ben asıl onu anlamıyorum” dedi adam. ve sırrını  açıkladı. anahtarı bir kuyumcuya satmış ve kendi evinde cenneti kurmuştu kendine.
köylüler iyice sinirlendi. nasıl olur da satarsın tanrının sana yolladığı cennet anahtarını diye sitem ettiler.
adam da cevap verdi. siz nasıl olur da tanrının kendi elleriyle size sunduğu bir külçe altını bir kapıyı açmak uğruna yok edersiniz?

agnostik tanrı

üçüncü denememde yanlış anahtarı deliğe soktuğumu fark ettim. doğrusunu aramaya gerçekten üşeniyordum. sadece iki anahtar takılı olan anahtatlıkta ilk seferde doğru anahtarı bulma ihtimalim yüzde elliydi. bunu üçle çarparsak karşımda duran kapının açık olma ihtimali yüzde yüzelliydi. ya bu bir mucizeydi ya da bu kapının istatistik bilimine hiç saygısı yoktu. içtiğim tekilalar sayesinde mi bilmiyorum ama bilim düşmanı kapıma gülümsedim ve açıl susam açıl dedim.
…………..
hiçbir şey olmadı tabi. olmasını da beklemiyordum zaten. mucizelere asla inanmazdım.
kapıyı biraz tehdit biraz da zor kullanarak açtım. anahtarları, montumu programlanmış bir makine gibi gerekli yerlere fırlattım. salona girdiğimde tek düşündüğüm uyumaktı. tabi onu görene kadar.
salonun ortasında biri vardı. arkasını dönmüştü ve yüzünü göremiyordum. ama onu tanımak için yüzünü görmeye ihtiyacım yoktu. adım gibi biliyordum ki salonumun ortasında beni bekleyen kesinlikle tanrıydı.
bu bir çok insan için bulunmaz bir nimettir biliyorum. ama beni yargılamadan önce gecenin bir yarısı, sarhoş bir adam olduğumu düşünün. mastürbasyon esnasında anneye yakalanan ergen gibi şaşkınlık içinde kızardım. tabi bunlar gerçek düşüncelerim değil, ani tepkilerim. o anda kızarır ve utanırsın ama bilirsin ki mastürbasyon yanlış değildir. yanlış olmayan bir şeyi yaparken de insan yakalanmaz. suçlular yakalanır. yıldırım hızıyla nöronlar gerekli bilgileri iletir ve ilk tepkin anneye kızmak olur. odaya aniden dalarak, mahremine tecavüz ettiği için.
aynı şekilde ilk şaşkınlığı atlatmamın ardından, öfkem salonumun ortasında dua eden tanrıya yöneldi. içmemin sebebi de kendisiydi. eğer anlatıldığı gibi her şeyden haberdarsa bunu da biliyor olmalıydı.
- ne işin var evimde?
- burası aynı zamanda benim de evim.
- o zaman kiranın yarısını bırak ve bulaşıkları yıkamaya başla.
- bu kadar öfkeli olma. bulaşıkları da dert etme yıkarım.
dedi ve mutfağa doğru yola koyuldu. şaşırmadım diyemeyeceğim. her ne kadar tanrıyı değersiz bulsam da bulaşık yıkamak beklentilerimin üzerinde oldu. hem defansımı da kırmıştı. ben onu ezmek için bunu söylemiştim. ne de olsa yapmayacaktı. üstünlük bende olacaktı ama plan tutmadı. “insanların planları tanrıyı güldürür” sözü bir an gerçek gibi oldu. yine de gardımı bozacak değildim. bana bu kadar acı çektirdikten sonra bulaşıklarımı yıkayarak kurtaramazdı.
mutfağa geçtim arkasından. yavaş hareketleri, olgun görünmesini sağlasa da daha çok mükemmeliyetçiliğini vurguluyordu. çünkü o yavaş hareketlerin bir teki bile gereksiz değildi. kendinden emin ve ağır ağır iş yapmaya koyuldu. o esnada hala dünya dönüyor muydu emin değilim. o kadar kaptırmış ki bulaşığa o dinginliğin içinde köpükten başka bir şey olmadığı kesin. öyle ki bulaşık bedeninin bir parçası gibiydi.
benden hiç yardım istememesine rağmen yardım etmem gerektiğine ikna oldum. öyle bir üsluba sahip ki işin estetiğini bozulmasın, karizmasından ödün vermesin diye adeta yardım nerede gerekir diye kafa bile yoruyorsun. bulaşığı kendim yıkasam bu kadar eziyet çekmezdim sanırım.
yine de tüm bunlar ona olan duygularımda herhangi bir pozitif katkı sağlamadı. aksine ona olan hislerim perçinlendi. insan zekasına oranla üstünlüğü onu haklı kılamazdı değil mi? basit bir bulaşık mevzusunu bile bir ritüele dönüştürmeyi başarması küstahlıktan başka ne olabilirdi.
………..
ve sessizlik bozuldu.
- neden?
- ne neden?
- her şeyi bilmiyor musun? cevap ver işte.
- cevabı bulmak için önce doğru soruyu sormalısın. ben dünyayı böyle yarattım.
- neden böyle boktan bir düzen kurdun?
- nesi boktan?
- her şeyi. nereden tutsam elimde kalıyor. ve bunun sorumlusu sensin. dünyayı ezen ve ezilen sistemi üzerine kurmuşsun. sonra da benim bunun alternatiflerini düşünmeme izin vermişsin. sadistlikten başka bir şey değil bu.
- şöyle açıklayayım. dünya hayatı bir sınavdır. bir sürü kitabımda bunu dile getirdim. ve bu sınavı da kolaylık olsun diye çoktan seçmeli yaptım. öyle ki her sorunun binlerce cevabı var. ve sen bu sorulardan sadece istediklerini yanıtlıyorsun. daha özgür bir sınav sistemi olabilir mi?
- sonsuz soru ve sonsuz cevap var diyorsun.
- evet. sen ve diğerleri bu sorulardan kendinize doğru geleni işaretliyorsunuz.
- sen de yanlış işaretleyeni yakıyorsun. aman ne hoş.
- saçmalama kimseyi yakmadım. yakmaya da niyetim yok.
- kitaplarda böyle yazıyor ama.
- o kitapları ben yazmadım.
- böyle ikiyüzlülük olmaz. az önce dedin dünya sınav ve ben bunu bir sürü kitapta anlattım diye.
- hangi kitapları kastettiğimi yanlış anlamışsın.
- ne yani kutsal kitaplardan bahsetmiyor muyuz?
- hayır. öyle masallar yazmadım ben. hem nasıl bir tanrı figürü var ki kafanda o basit hikayeleri yazdığımı düşünüyorsun.
- bir dakika. o zaman hangi kitaplardan bahsediyoruz burada.
- bir çok isim var kullandığım. kafka, rousseau gibi.
- yok artık. insan onlar.
- iyi ya. onlar en sevdiğim şıkları seçen insanlar. unutma ki tüm şıkları yazan da benim.
- öyleyse baskı ve zulmü seçenler de senin eserin. iyileriyle övünüp diğerlerini yok sayamazsın değil mi?
- asla. zaten doğru şık diye bir şey yok. hiçbiri bir diğerinden daha iyi de değil. benim sevdiğim şıkları seçenleri saydım ben. şunu da unutma ki öğrencinin sınavda öğretmenin seçtiği şıkkı seçmesi benim dünyamda bir tesadüf sadece.
- sonsuz soru sonsuz şık ve şimdi de tüm cevaplar doğru. bu mudur senin sınav anlayışın?
- hayır. her cevap doğru değil. işin aslı bu soruların doğru veya yanlış diye karar verebileceğin bir cevap anahtarı da yok.
- peki değerlendirme neye göre yapılacak?
- bu sınav metaforuna fazla saplandık. işin özü verdiğin cevap senin yolunu belirler. pek tabi seninle birlikte bir çok insanında. insan var olduğu günden beri her soruya verilen her farklı cevap dünyayı değiştiriyor. o değişim sonucunda da bazı cevaplar daha doğru bazıları da daha yanlış oluyor. ve bu senin bulunduğun konuma göre de bir subjektiflik taşıyor.
- iyice kafamı karıştırdın. ama bu seni haklı yapmaz.
- elbette. benzetmeler bazen konuyu açıklamaktan öte anlamayı da zorlaştırıyor. işin özü özgür irade. her insan kendi hayatıyla ilgili kararları verme özgürlüğüne sahip. ancak bu tam manasıyla gerçek olamıyor. sebebi de verilen her kararın diğer insanları da etkiliyor olması. her seçimin bir başkasının seçeneklerini azaltma ve çoğaltma eğiliminde. bu da aslında sınavı insanlarla beraber hazırladığımızı gösteriyor. ve senin tepkinin sebebini haklı bulsam da öfkenin yanlış kişiye yöneldiğini düşünüyorum. çünkü yaşadığın dünya insanların seçimleri sonucu oluştu. oysa bambaşka bir dünya mümkündü başka şıklarla.
- ne yani? bu düzeni sen kurdun ve şimdi sorumluluğu bize mi atıyorsun?
- elbette. satranç yenilgisini tahta veya taşlara yüklemek aptalca değil mi?
- hiç de aptalca değil. benim elimde bir kaç piyon ve bir şah varken karşımdaki tam bir takımla oynuyorsa tahtaya kızmamdan daha doğal ne olabilir.
- hala yanılıyorsun. taşların eksikse bunun sebebi tahta değil senden önce oyunu oynayanın kaybettiği taşlardır. kızman gereken sana bu kadar geriye düştükten sonra tahtayı devreden senden önceki oyuncudur. ve şundan emin ol ben hayat denen oyunda tek bir hamle dahi oynamadım. yaptığım sadece taşları dizmekti.
- hiçbir sorumluluk kabul etmiyorsun. bunu anlamak mümkün değil.
- ne yapmamı bekliyorsun. insanı yaratmak dışında bir müdahalem yok. beni insanı yaratmakla suçlayamazsın. bu emin ol büyük bir hata olur.
- öyleyse ne yapmalıyım?
- bu soruya cevap veremem.
- seninle konuşmanın kimseye faydası yok. hem sorumluluğu almıyorsun hem sorunu çözmüyorsun.
- eğer soruna cevap verirsem, ilerde senin gibi bir başkasının sorularına cevap veremem. sana vereceğim cevap, hayata müdahale olur. ve bunun sonucunda var olan dünya da asla benim yarattığım dünya olamaz.
- anlıyorum. o zaman şu soruya bir cevap ver. insan neden var?
- dünyada icat edilmiş en zor sorudur bu. tanrıya sormaksa gerçekten saçma. ben yaratanım. benim cevabım senin için bir anlam ifade etmez. ayrıca cevabı ben de senin gibi tahmin ediyorum.
- ne demek bu şimdi? kendi yaptığın şeyin sebebini nasıl bilmezsin.
- öncelikle insanı yaratalı çok zaman oldu. o kadar çok zaman oldu ki bazen emin olamıyorum. tam hatırlayamıyorum gerçekte neler olduğunu. bazen bir anı canlanıyor sizi yarattığıma dair. ama bazen de bir başka anıda insanın beni yarattığını görür gibi oluyorum.
- bu ne arkadaşım. bu nasıl bir delilik. hafızası zayıf bir tanrı ne kadar mümkün bilmem ama en temel gerçeği nasıl bilmezsin? kim kimi yarattı.
- keşke cevap verebilsem sana. ama şunu bir düşün. ben bundan emin değilken sen nasıl olabiliyorsun?