22 Ağustos 2010 Pazar

büyümeyen çocuk


zaman nasıl da hızla ilerledi. oyuncaklar küçüldü. hayaller tükendi. büyüdüm. ama hiçbir zaman büyümeyi kabullenemedim. bu sorunu çözmenin bir yolu olmalıydı. ben çocuk olarak kalmak istiyordum. ve bunu bana verebilecek kim varsa anlaşmaya hazırdım.

peter pan’ı bilirsiniz. hiç büyümeyen çocuk. o bunu başarabilmişse ben de yapabilirdim. bunun üzerine araştırmalarıma başladım. aklıma gelen her yerde çocuk olarak kalabilmenin bir yolu olup olmadığını aradım. ve sonunda bir ipucu yakaladım.
çok da uzak olmayan bir yerde hiç büyümeyen bir çocuk olduğunu öğrendim. yalnız onunla temasa geçmek gerçekten zordu. çünkü rüyalar ülkesinde yaşıyordu. 

onunla nasıl temasa geçebileceğimi bilmiyordum. o yüzden aklıma gelen her şeyi denedim. büyü yaptım. transa geçtim. dualar ettim bütün tanrılara. ve sonunda bir gece rüyalar ülkesi olduğunu sandığım bir yere geldim.
masmavi bir gökyüzü, şeker pembesi ve beyaz bulutlar, gök kuşağından kaydıraklar, pastel boyadan çimenler ve sirk çadırları. tam bir panayır alanıydı. her yerden çocuk sesleri geliyordu. sanki teneffüs zili çalmış da önlüklü çocuklar okulun bahçesine fırlamışlardı. bu güzellik karşısında dilim tutulmuş seyrederken ben, bir kız çocuğu yanıma doğru yaklaştı. bu harika yerde bir yetişkin olarak çok dikkat çekiyor olmalıyım diye düşündüm.
yedi sekiz yaşlarında çok güzel bir kız çocuğuydu. ne kadar da şanslı bir çocuktu. aradığım çocuk o olmalıydı. gülen gözleri mutluluğun ve masumiyetin tanımıydı. şimdiye kadar kimseyi onu kıskandığım kadar kıskanmadım. ona nasıl böyle büyümeden kalabildiğini sordum. bunun cevabını ben sana veremem dedi. bunu boş kovana sormalısın. boş kovanın hikayesini dinlersen o sana nasıl böyle büyümeden kalabildiğimi anlatır dedi.

ve uyandım. tahmin edersiniz ki hiçbir şey anlamadım. boş kovan kimdi? neydi? onu nasıl bulacaktım? yoksa şimdi de rüyama girmesi için onu mu bekleyecektim?

boş kovanı araştırmaya başladım. karanlıklar ülkesi diye bir yerde yaşadığını öğrendim. ve oraya gitmenin tek yolunun kabus görmek olduğunu. bu ilkinden çok daha zordu. rüyalar ülkesi güzeldi. büyümeyen kızı bulmak için oranın altını üstüne getirmiştim ama çok da eğlenmiştim.

yine de deneyecektim. sonsuza dek çocuk kalmanın, büyümemenin sırrını madem boş kovan biliyor. o zaman onu bulacaktım.

o geceden sonra rüyalar ülkesi yerine kabuslar ülkesine gitmek için uğraşmaya başladım. ne kadar korku filmi varsa izledim. aklıma ne kadar kötü şey getirebilirsem getirdim. uyumadan önce tıka basa midemi şişirdim. ve sonunda bir gece rüyamda kendimi tamamı yüksek kayalıklardan oluşan bir adada gördüm. sisli bir geceydi ve gök gürüldüyordu. adanın bir kenarında dağın içine doğru ilerleyen puslu bir vadi vardı. ama tek bir adım dahi atmaya cesaret edemiyordum. etraftan garip fısıldamalar geliyordu ve gök gürültüsü o sesleri daha da korkunç bir hale getiriyordu. neredeyse vazgeçmek üzereydim ki uzaktan bana doğru yaklaşan titrek ve soluk bir ışık gördüm.
ışık yaklaştıkça şaşırarak fark ettim ki gelen yarı yarıya çürümüş katrana bulanmış bir saldı. üzerinde bir tane direk ve tepesinde de paslı bir fener vardı. fenerin ışığı altında salın üzerine çıktım. yavaş yavaş hareket ediyorduk sislerin içinde. suyu göremiyor, yalnızca gök gürültüsü ve fısıltılar arasında sesini duyabiliyordum. sivri uçlu kayalıkların arasında ilerlerken tek istediğim oradan uzaklaşmaktı. ama yapabileceğim hiçbir şey yoktu beklemekten başka. sarp kayalıklar kapkara bulutlara dek uzanıyordu dar geçidin iki kenarında. fısıltılara bir de inleme sesleri eklendi. giderek yoğunlaşan bir inleme ve iç çekme sesleri salı kendine doğru çekiyor gibiydi ki sal aniden durdu. ıslak ve soğuk kayalıklara doğru adımımı atarken boş kovanı ve diğer her şeyi unutup hayatıma dönmeyi ister olmuştum. ağır ağır seslerin kaynağını aramaya başladım ve seslendim. “kimse yok mu?” 
bir anda inlemeler kesildi ve karanlığın içinden hastalıklı bir ses “kim var orada?” dedi.
“beni büyümeyen kız gönderdi. sen boş kovan mısın?” diye sordum.
“büyümeyen kız…” dedi gittikçe cılızlaşan bir sesle. ağlamaya dönüştü sesi önce ama sonra yeniden öfkelenerek bağırdı.
- ne istiyorsun benden?
- büyümemenin sırrını. çocuk kalmanın sırrını istiyorum.
- bunun için bir bedel ödemen gerektiğini biliyorsun değil mi?
- her türlü bedeli ödemeye hazırım. yeter ki çocuk kalabileyim.
- sen bilirsin. o zaman izle bakalım.

dedi. ve ardından etrafta olan her şey hareket etmeye, etrafımda dönmeye başladı. giderek daha hızlı döndü her şey. renkler, sesler iç içe geçti ve artık hiçbir anlam veremediğim bir renk kasırgasının ortasındaydım. neyse ki çok uzun sürmedi. tekrar yavaşladı renkler ve yeniden konumlanmaya başladı etrafımda. bir ev ve bir kalabalık yap boz parçaları gibi havada savrularak birleştiler. herkes dans ediyor ve bir şeyi kutluyorlardı. o sırada gelin ve damadı gördüm. bir düğündeyim evet. 
sonra renkler ve yap boz parçaları yeniden harekete geçti. bu kez yalnızca benim bedenim havada savruluyordu. parçalarım havada uçuşarak bir adamın avucuna doğru sürüklendi. şimdi bir silahın içindeydim. korkunç bir gürültüyle patlamaya başladı yanımdakiler. ve bende namluya doğru yükselmeye başladım sonunda soğuk çeliğin içinden hızla havaya doğru uçmaya başladım. düğün alanının tamamını görüyordum ve bütün şehri.yükseldim… yükseldim… ve sonra yeniden düşmeye başladım. hızla gökyüzünden yeryüzüne iniyordum şimdi. korkuyordum. yere yaklaştıkça hızlanıyordum. rüzgar bedenimde ıslık çalmaya başladığında onu gördüm. o kızı… ve anladım o an büyümemenin ve çocuk kalmanın bedelinin ne olduğunu. ve anlar anlamaz yine yap bozun parçaları gibi tuzla buz oldum. belki o an gerçek olsa, bir peri tozu gibi yağacaktım büyümeyen kızın başının üstüne ama ben kendimi bambaşka bir yerde buldum. parçalar yeniden birleşti ve şimdi bir sokak oldum. acı içinde kıvranan, bir çocuğun tabutunu kendine sığdıramayan bir sokak…
evlat acısını yüreğinde taşıyan o annenin ağırlığı altında eziliyordum. bir tabuta sığabilir mi yaşanamayan bir hayat? taşıyamadım o hiç yanamamış hayatın yükünü ve uyandım.
büyüyemeyen çocuğun hikayesini öğrendiğimden beri aslında büyüyebilmenin ve yaşlanabilmenin bu dünyanın gerçek mucizesi olduğunu kavradım. 

Hiç yorum yok: