askerlik yapmaya çalışıyorum. askerlik…zorunlu. yapmayana kız vermezler. vermesinler. bir kadınım olmasın ama kimse de ölmesin isterim. ama yapmayanın yaşama hakkı olmaz. ölmemek için öldürmek temel mantığı askerliğin. öleceğinden değil. yaşayamayacağından. yoksa biliyorsun askerliği. çay taşımaktır askerlik. ayakkabı boyamaktır. eline silah değil de bir kova ve bir bez verilenler küsse de orduya. öldürmek, kan dökmek yeğ midir yer silmeye?
askerlik boktan iş. öldürmek meslek midir? kimi ve neden öldürdüğünü bilmeden öldürmek…. bilsen daha da acı ya.
ne tür bir sebebin olabilir öldürmek için hayatta kalmak dışında. hayatta kalmaksa ne kadar suistimal edilse azdır. herkes kendini korur. hep meşru müdafadır öldürmek. oysa ayakkabı boyamak boktan da olsa zararsızdır senden başka kimseye. ama öyle mi insan? öldürmek mantıklıdır boyamaktan bir komutanın ayakkabısını. öldürse mutlu olacak bireyler yetiştirmişiz. ne mutlu bize.
askerliğimin ilk günleri. tozun toprağın içinde şövenist duygularımızı bilevliyoruz marşlarla. mütemadiyen yürüyoruz. törpüleniyoruz. köşesiz, esnek olmalıyız komutana karşı. cilalanıyoruz. bir kılıç gibi parlak ve keskin olmalıyız düşmana karşı. hem öldürmeyi hem de “hayal kurmayı” seven komutanlar yetiştirmişiz. ne mutlu bize.
veriyorlar elimize g3. g3 ne biliyorsun az çok. askerlik anısı dinlemişsin yaşça büyük bir çok erkekten. hah diyorum. buymuş g3. bir ölüm makinası. bir insan tırpanı. vurduğu organı koparır diyor komutan. sonra da tebessümle bakıyor yüzlere. bir şaşkınlık, bir hayranlık aksın istiyor tüm yüzlerden. garip olanın beklentilerinin gerçekleşmesi. herkes elindeki metale daha bir hayran oluyor. mesleği yaşatmak olan ama zorunlu askerlik uğruna yolu kışladan geçen sağlık personelleri okşuyor metali usulca. yeni oyuncaklarını seviyorlar biraz daha. amerikan filmleriyle yoğrulmuş beyinleri birer dalıyor hayallere. vietnam sendromunu bilen, exctacy’nin o vietnam’da birer ölüm makinası olan bireylerin sonsuz ızdırabını hafifletmek için üretildiğini bilen doktorlar eczacılar.
bir an bir film karesinde hissediyorlar kendilerini. birer kahraman gibi hissediyorlar. kamuflajlardan taşan göbekleri, koca kafalarını içine alamayan kepleriyle sefil görünüyorlar. ama hala sırtını bir ağaca dayamış, tüfeği bacaklarının üstünde, makina yağı ile kamufle edilmiş suratıyla karizmatik bir amerikan aktörü sanıyor kendini. cebinden zipposunu çıkarıp yakıyor marlboro’sunu. bense ho şi minh’i düşünüyorum. o hiç karizması olmayan, var olmak için bubi tuzakları kuran yürekli viernamlıları. ve neden öldüklerini? ne uğruna? ve nasıl?
derken bir ses komut veriyor. sök diyor. tak… mekanizma… kurma kolu… pimler…harbi… emniyet…
elimde 1974 amerikan yapımı bir silah, dediklerini yapıyorum düşünmeden. mutlak itaat. o düşünecek benim yerime. vatan sağ olsun.
olmuyor bir türlü. komutları ben dinliyorum silah dinlemiyor. kurma kolu ancak postalla basarak çekiliyor. mekanizma bir mermi atmadan bozuluyor. içi kum dolmuş silahım direniyor. harbi, harbiden bir işe yaramıyor.
…
bir ses yine komut veriyor…atış serbest. omzunda g3 hedefi vurmaya çalışıyor kurşun askerler. silahlar sanki beynimin içinde patlıyor. kulaklarım çınlıyor. karşıdaki hedef bir kağıt. yalnızca bir kağıt. insan öldürmenin provası yapılıyor sadece. endişeye mahal yok. yere yığılan bedenleri benden başka gören yok. gün boyu kulakları sağır eden silah sesleri. gün boyu cesetler kafamda. çınlıyor kulaklarım. çığlıklar duyuyorum. uğuldayarak batıyor güneş. akşam oluyor. koğuşa dönüyoruz. yorgun ve gururlu. parçalanmış bedenler geçiyor gözlerimden. insan tırpanını taşıyorum. sabahkinden çok daha ağır. tüm savaşların günahlarını taşıyorum. tek başıma. tek.
dönüş yolunda badim yorum yapıyor;
- en boktan silahı da sana vermişler badi.
- neden?
- e bir tek mermi atamadın. her yeri bozuk.
- hayır badi hayır. en güzel silah benimkiydi.
- o niye o?
- istesen de adam öldüremezsin çünkü benimkiyle. en güzel silah öldürmeyen silahtır.
kızıyor bana. azarlıyor.
- sen nasıl karadenizlisin amına koyim?
1 yorum:
Bitsin bu oyunlar, artik herkes eceliyle ölsün!
Yorum Gönder