14 Ekim 2010 Perşembe

yok

kadın, ellerini dudaklarında gezdirdi. doğru cümleyi dudaklarının yüzeyinde arıyordu. bu durumda söylenebilecek doğru bir cümle olsa belki de bulacaktı. garip bir heyecan, bir korku duyuyordu. az sonra neler yaşayacağına duyduğu merak ya da geceden kalma bir damla haz dudağının kenarında asılı duruyordu. ağzını açtığında düşeceğini bile bile şöyle bir şeyler geveledi.
- dün gece serhat’ta kaldım.
adam, doğrudan kadının gözlerinin içine bakıyordu. parlak ve keskin bakışları, birer cam parçasına çevirmişti gözlerini. kör etmek için bakıyordu adeta. kadınsa gözlerini kaçırıyor, önündeki masa örtüsünden başka bir yere bakmıyordu. sanki adama değil de masa örtüsüne anlatıyordu.
cevap geciktikçe kadın bocaladı, masa örtüsüne mazeretlerini sıralamayı sürdürmekten başka yol bulamadı. ama sözleri artık havada yol alamıyordu. etrafa saçılan sözcüklerden bir kaçını duyar gibi olsa da anladığı tek şey aldatıldığıydı adamın. içinde ölen birini diriltmek ister gibi derin bir nefes aldı sonra. bir şeyler söyleyecek sandı kadın. ama tek söz çıkmadı hafifçe aralanan dudaklarından. 
- bir şeyler söyle. istersen söv ama tek bir şey söyle.
kadın masa örtüsüne bakarak bir tek cümle dileniyordu. belki de bir ses bile yetecekti. oysa ne masa örtüsü ne adam suskunluğunu bozdu. kadın masa örtüsünün ucunu kıvırdı. bir ses işitmek için acı çektirmek gerektiğini düşünüyordu belki de.
- onu hep sevdim biliyorsun. daha en başında onu unutamadığımı, seninle olsun istediğimi ama yapabileceğimden, dayanabileceğimden emin olmadığımı söylemiştim.
canı yanan masa örtüsü gibi adam da sessiz bir çığlık attı. sıktığı dişleri gıcırdamıyor, soluğu havayı sessizce yarıyordu. kalbinin sesi derinlere gömülmüş, boğuk bir çığlık gibi göğüs kafesini aşamıyordu. sıkılmış yumruğu bir an gevşedi. cansız masaya devrildi eli. can çekişen eli kadın fark etmedi. adam doğrudan kadının gözlerine bakmayı sürdürünce, kadın masa örtüsüne şikayet etti adamı.
- bakma bana öyle. 
bitmişti. tartışacak, konuşacak, anlaşacak hiçbir şey bırakmamıştı serhat. tüm dünyanın en değersiz, en aşağılık yaratığına dönüştürmüştü adamı. ve artık asla dokunamayacağı bir beden, bir et yığını bırakmıştı kendisine sadece. kadın son kez yalvardı. 
- lütfen bir şeyler söyle. sanki yokmuşum gibi davranma. 
adam, kalktı oturduğu yerden. kadın son bir umutla adamın gözlerine yalvardı. adamın gözlerinde bir cenaze, bir ağıt, elini cebine attı. bir kaç tane bozukluğu masaya bıraktı. sandalyenin arkasındaki ceketini sol eliyle kavradı. sağa doğru arkasını döndü. ceket yerinden kurtulurken, sandalye yere devrildi.
adam arkasını dönmedi ama gürültüye dönüp bakanlar oldu. üzerinde bir kaç bozukluk olan bir masa ve devrilmiş bir sandalyeden başka bir şey görmediler. zaten görecek başka bir şey de yoktu.

Hiç yorum yok: